Var olan herşey bir tesadüf ve şans eseridir. Bizler de şans eseri ve evrim sonucu buradayız. Karşı binadaki Aysel hanımda şans eseri burada. Pelin ve Gizem de aynı hafta içinde giysilerinin bir kısmını tesadüf olarak gerçekleşen bir unutkanlık durumu sonucu benim evde unuttular. Biz ve var olan herşey (Pelin ve Gizem de dâhil) bir şekilde, yavaş ama devamlı olarak evrilmeye devam eder. İnsanlar olarak, yaşarız ve öğreniriz (öğrenme herkes için geçerli olmamasına rağmen). Realiteye ve doğaya bağlıyızdır çünkü var olan herşey doğanın parçasıdır. Yüksek teknoloji ve bilim de doğaldır, vahşi doğa da doğaldır. Tabii ki ilki yeğlenmeli ve daima iyileştirilip geliştirilmelidir. Tarih daima devam eder ve yalnızca zamanın belli porsiyonlarından ibâret değildir. Hiç durmayan ve yavaşlamayan zamanın tersine, tarih daima ileriye gitmez. Bazen geriye doğru da gidebilir. Bu yozlaşma ve gerileme olarak da bilinir. Başka bir değişle tarihin daima iyiye ve ileriye gideceğinin garantisi yoktur. Örneğin totalde yaklaşık 250 milyon yıl gezegende hükmeden dinozorların bütün tarihi, herşey gibi yine şans ve tesadüf eseri dünyamıza çarpan bir asteroid sonucu son bulmuştur. Biz yürüyen memelilerin durumunda ise, hem kısa vadeli hem de uzun seçimlerimiz, kendi tarihimizin akışında etki bırakır. Seçimlerimizin niteliklerine göre tarihimiz de o veya bu şekilde şekillenerek şekil bulur. O zaman ne diyoruz? Seçim şekil, önümden çekil!
Tarih içinde nedensellik konusuna bakarsak, var olmanın kendi içinde bir “nedeni” ve “amacı” yoktur. Doğanın amacı ve nedeni diye bir durum söz konusu değildir. Bir şeyler yalnızca vardır ve bunun sebebi ve gâyesi yoktur. Kosmos’un böyle kaotik ve spontane olmasının da bir nedeni yoktur. Yani hersey şuursuz bir şansın sonucudur. Buna bakarak kendimizi de şuursuz, spontane, nedensiz ve amaçsız bir deneyin gönülsüz denekleri ve parçaları olarak görmemiz bir gerçekçilik örneğidir. Çünkü durum budur!
Bir şeylere yüklediğimiz anlamlar ve amaçlar bizim kendi icatlarımız ve inandıklarımız olmaktan ibârettir. Bunu şu şekilde söyleyelim: Amaç ve nedensellik insan icatlarıdır ve bizim zihnimiz dışında hiçbir yerde bulunamaz ve gözlemlenemezler çünkü materyal realitede mevcut değillerdir. Ve realitenin kendisi tamamen materyaldir. Yine insan uydurması olan kavramlar arasında “kader” ve “kısmet” kavramları söylenmelidir çünkü bunlar da gerçek değildir. Var oluşa dair önceden belirlenmiş her hangi bir plân ve program olmadığı gibi, spontanlık ve şans faktörlerinden dolayı da “kısmet” kavramı geçersiz ve gerçeklik dışı olarak otomatikman ekartedir. Tüm bu uydurulmuş kavramlara verilen kısa bir ortak ad vardır: Sanrı! Daha net bir sözcük olan “halüsinasyon” bu durumu daha iyi anlatır. İnsan kendi istekleri ve arzuları doğrultusunda kendine amaç, nedensellik vs gibi kavramlar üretip bunları gerçekmiş gibi davranmaya meyillidir. Buna kişisel çıkar da denebilir. Örneğin yukarıda adları geçen Gizem ve Pelin'in ziyaretime gelmeleri kişisel çıkar örneğidir. Burada iyi ve kötü, doğru ve yanlış tartışmasına girmeden, nötr biçimde konuya gerçekçilikle değinmiş olduk. Her şeyin evrimin bir parçası olduğunu da göz önüne aldığımızda, çıkar gözetmenin de (haklı ve haksız polemiğini dahil etmeden söyleyelim) anlaşılır bir durum olduğunu ya da olabileceğini fark etmek için süper zekâ olmaya gerek olmadığı da söylenebilir. Bütün bu söylenebilirliklere ek olarak birşey daha söyleyelim o zaman: Tüm canlılar ve ayrıca kültürler kendi varlıklarını devam ettirebilmek için belli çıkarlar gözetmek durumundadır. Sonuçta bu şekilde evriliriz.
Homo sapien’ler olarak, yetişkin ve olgun olmaktan hâlen çok uzak, konuşmayı ve yürümeyi yeni öğrenmeye başlamış bir tür olduğumuz söylenebilir. Bunu gezegensel ve kozmik zaman ölçeklerine bakarak söylemekteyiz. Henüz söylemeler bitmedi mi diyorsanız merak etmeyin, birazdan bitiyor. Henüz birkaç milenyum öncesine dek, ki bu gezegen zaman ölçeğinde bir an bile degildir, dünya üzerindeki bütün medeniyetler ve etnik gruplar metalden yaptıkları ölümcül silahlarla savaş alanlarında, hangi sanrılara (hangi inançlara ve bizlerin bugün çizgi roman karakterlerinden öteye geçemeyen uydurma masallar ve karakterler olduklarını bildiğimiz içeriklere) inandıklarına bakarak birbirlerini öldürüyor ve işkenceler yapıyorlardı (ki bunlar hâlen son bulmuş değil). Dolayısıyla henüz genlerimize ve beyinlerimize işlemiş olan ve varlığımızın devamına karşı tehlike oluşturan sanrılarımızan vazgeçip büyümeyi ve olgunlaşmayı tam olarak başarabilmiş değiliz, ve kendi tarihimiz devam ettikçe bunu başarma şansımız devam edecek gibi görülmekte. Bunu da söyledik ama yine de sizin düşüncelerinizi de merak etmekteyiz. Tarihin akışı zeki varlıkların ve medeniyetlerin kısa ve uzun vadeli seçimlerine göre biçimlenmektedir.
Türler gelip geçebilir ama evrende bir yerlerde yeterince zeki, bilinçli ve başarılı olan medeniyetler oldukça, m azından onlar için tarihin devam edebileceğini söyleyebiliriz. Siz ne düşünüyorsunuz?